12 Ocak 2015 00:58

‘Sosyal devlet’ dedikleri

‘Sosyal devlet’ dedikleri

Fotoğraf: Envato

Paylaş

AKP iktidarda olduğu 12 yıl boynuca devletin tüm sosyal işlevini aşındırmasına karşın iktidar sözcüleri tarafından “sosyal devletin mimarı” olarak tanımlanıyor. Politik tercihleri doğrultusunda yoksullaştırdığı kesimlerle sosyal yardım ödenekleri üzerinden kurduğu siyasi bağımlılık ilişkisini ise sosyal politika diye lanse ediyor.     

Sosyal politika özünde kapitalist bir önlem olduğundan, birikim rejiminin ihtiyaçları doğrultusunda gelişir. Bir başka ifadeyle içinde bulunduğumuz neo-liberal evre piyasanın koşulsuz serbestliği ilkesine dayandığından, hak temelli refah hizmetlerinin ihtiyaç esasına göre sağlanması ve finansmanında kamunun payının giderek azalması genel bir eğilimdir. Bu eğilimin ayırt edici yanı, vatandaşlarının asgari yaşam koşullarını güvence altına almayı bir sorumluluk sayan sosyal devlet modelinin tasfiyesidir. Devletin bu sorumluluğunun ortadan kalkması vatandaşlar açısından ise eğitim, sağlık, barınma ve beslenmeye ilişkin bir dizi kamu hizmetinin hak olmaktan çıkması anlamını taşır. Buna göre sosyal ücret yaklaşımı aşınmakta ve piyasanın yarattığı yoksulluğu piyasaya müdahaleden kaçınarak telafi etme arayışının bir sonucu olarak da sivil toplum örgütleri ve hayırseverler sosyal politikanın asli aktörleri halini almaktadır.
Nitekim AKP hükümeti de iktidara geldiği günden bu yana sosyal adaletin sağlanması bakımından gönüllülük esasının önemini vurgulayarak, politikalarını bu neo-liberal eğilime sadakatla bağlı kalarak sürdürüyor. Bununla beraber finansmanı doğrudan kamu kaynaklarıyla sağlanan politikaların ise klientalist niteliği ön plana çıkıyor. Yani sosyal yardımlar, toplumun dezavantajlı kesimlerini desteklemek önceliğinden ziyade bu kesimlerin yoksulluğunu siyasi desteğe dönüştürebilmenin mekanizması haline geliyor ve buna göre dağıtılıyor. Dolayısıyla bu politika, hak temelli anlayıştan uzak olması bir yana ihtiyaç halini bile kamusal destekten faydalanabilmenin yeter koşulu olmaktan çıkartıyor. Yoksulluğu siyasal iktidarın adeta güvencesi haline getiren bu mekanizma, yoksullukla mücadelede etkin politikaların tümüyle devre dışı bırakılmasına yol açıyor. Dahası klientalizm kamu kaynaklarının aktarımını sadece keyfileştirmekle kalmayıp kimi zaman bir cezalandırma mekanizmasına da dönüşebiliyor.

AKP’nin destek programlarının bir diğer özelliği ise gelir desteğinin muhafazakar bir yaşam tarzını yaygınlaştırmak ve esasen bunu finanse etmek amacıyla kullanılması. Bu çerçevede yürütülen politikaların hedefinde ise kadınlar var. Kadınların toplumsal hayattan uzaklaşmaları koşuluyla desteklendikleri bu programlara, doğum kontrolünün “vatana ihanet” kapsamına alınmasının ardından, “anneliği teşvik” paketi de eklendi.

Başbakan bu paketi “kadınların annelik ve iş hayatı arasında tercih yapmak zorunda olması kabul edilemez” diye savunuyor. Çözüm olarak ise kamusal bakım hizmetlerinin geliştirilmesi yerine teşvik miktarının çocuk sayısına göre arttığı bir paket ortaya koyuyor. Yani bu ikilemde hükümetin kadına dayattığı “tercih”in ne olduğu aslında çok açık. Öte yandan anne olmanın bir “kariyer” olarak tanımlanmasının ardından ekonomik teşviklere konu edilmesi ise hükümetin kadının toplumsal statüsünü yok sayması yanında anneliğe bakışının da aslında ne kadar sorunlu olduğunu gösteriyor.

Sonuç itibarıyla AKP Hükümeti kamu kaynaklarını gençlere parasız eğitim olanakları sağlamak yerine borçlandırılan öğrencilerin evlenmeleri koşuluyla borçlarını silmek, kamusal bakım hizmetlerini genişletmek yerine kadınların toplumsal hayattan çekilmelerini sağlamak ya da istihdam olanakları yaratmak yerine çeyiz sandıkları hazırlamak için kullanıyor. Böylece yoksulluğu sadece iktidarda kalmasının değil benimsediği yaşam tarzını yaygınlaştırmanın da güvencesi haline dönüştürüyor. Bu politikalara kendinden menkul bir sosyallik yükleyerek de, bunları “sosyal devlet uygulamaları” olarak algılamamızı istiyor.
Je suis Charlie...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa